Hikaye bu ya! Öküzlerle aslanların yaşadığı bir otlak varmış. Aslanlar öküzlere saldırdığında, bir araya gelen öküzler, kendilerini korur, aslanlara ise zayiat verdirirmiş. Bu yüzden küçük hayvanlarla beslenmek zorunda kalan aslanlar, aç kalmaya başlayınca bir çare düşünmüşler.Aslanlar, öküzlerin lideri Kara Öküz ve yanındakilere tatlı dille konuşmaya başlamışlar:
“Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün buraya sizden özür dilemeye geldik. Bugüne kadar sizlere zarar verdik, ama bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o Sarı Öküz’de. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de saldırganlaşıyoruz. Sizle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, siz kurtulun, yine barış içinde yaşayalım.”Kara Öküz ve heyeti bu sözler üzerine, aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküz’ü aslanlara vermişler. Bir tek Boz Öküz karşı çıkmış ama kimseye derdini anlatamamış. Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, başka bir öküzü istemişler: Kara Öküz ve heyeti, onu da teslim etmiş, yine Boz Öküz karşı çıkmış. Bu olay sürekli tekrarlanmış, öküzler zayıflamış, aslanlar küstahlaşmış. Artık, hiçbir bahane ileri sürmeden, “Verin bize şunu, yoksa karışmayız” demeye başlamışlar.
Diğerleri birer birer aslanların pençesinde can verirken, Kara Öküz ve birkaç öküz kalmış geride. İçlerinden biri liderlerine, “Ne oldu bize, nerede kaybettik biz bu savaşı? Oysa vaktiyle ne kadar güçlüydük” diye sormuş. Kara Öküz, Boz Öküz’ün sözlerini hatırlayarak, gözleri nemli “Biz Sarı Öküz’ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı.” demiş.Gelelim ilçemize!Başkentin yanı başında; merkeziyle ve köyleriyle bazen birbirine benzeyen, bazen köyden köye farklılık arz eden, kendine özgü gelenekleri olan mütevazı bir Anadolu kasabasıydık. Kavgalarımız vardı, küslüklerimiz vardı ama düğünde cenazede yine bir arada olurduk. Hasım da olsa cenazesine gitmemek ayıplanırdı. Biz nefsimizi yenemeyip, düğüne gidemesek de çocuğumuzu gönderirdik. Zenginimiz de fakirimiz de aynıydı. Yârin yanağından gayrı her şey ortaktı. Yanlışımız yok muydu? Vardı ama doğrular arasında ya görünmezdi ya da doğrulurdu. Bir evde 2-3 aile yaşar, aynı kaptan onlarca insan aş yerdi. Ama bu değerler zamana yenildi. Önce evleri ayırdık, sonra tabakları. Ayrılığı o kadar benimsedik ki, insanları ayırmaya başladık. Sonuçta birliktelik diye bir şey kalmadı.Sanayi geldi ama ne bir sanayicimiz, ne bir kalifiye işçimiz, ne de bir mühendisimiz oldu. Tarlaları sattık, parasını çarçur ettik. Üzerine kurulan fabrikalara evlatlarımızı ya vasıfsız işçi olarak ya da bekçi olarak yerleştirdik. Şimdi onların evlatları işsiz.Binaları yeniledikçe, biz de yenileniyoruz zannettik. Ama yanıldık, yenildik. Hızla göç aldık. Sadece çoğaldık. Ne bizim kültür kaldı, ne gelenlerin kültürü. Ensar da olamadık, muhacir de. Çünkü hep “Amaaan, bana ne!” dedik. Hoşgörü ile boşveri arasındaki ince çizgiyi de kaybettik. Sanayi şehri olunca hızla göç aldık demiştik. Çoğunluk iş ve aş için gelenlerdi. Ama az çok bize benziyorlardı. Bu benzerliği kültür birleşmesine döndürseydik çok güzel olacaktı. “Aman bana ne” diyerek kültür yozlaşmasına döndürdük. Bu boş vermişlik nereye kadar gidecek? Şimdi tehlike daha da büyümeye başladı. Artık, arsızı, nursuzu, hırsızı gelmeye başladı ilçemize. “Amaaan, bana ne!” anlayışımızı bilenler, birer birer değil topyekûn gelmeye başladı…Biran önce silkinip kendimize gelmeliyiz. Mülkiyet hakkı, yerleşme özgürlüğü baki, ancak herkes devletin kurallarına ve töreye uymak zorunda. Biz yanlışlara göz yumarsak, çevredeki yanlışları düzeltmezsek, o yanlışlar içinde yarın kendi çocuklarımızı buluruz. Çoğumuz, kendimizi ve çocuklarımızı dört duvar arasında tutarak kendi önlemimizi aldığımızı zannediyoruz. Oysaki sokakları arsıza, nursuza, hırsıza bırakıyoruz. Unutmayalım! Korumaya çalıştığımız çocuklarımız, bir gün o sokağa çıkacak. Çözüm sinek öldürmekle değil bataklığı kurutmakla olur. Çocuklarımızı korumak istiyorsak onlara güzel bir çevre bırakalım. Çocuklarımızı yanlış içinde görmek istemiyorsak bizim yanlışlara ve yanlış insanlara dur dememiz lazım. Ancak önce yanlışları görmemiz lazım.Alışveriş yaparken, ev kiralarken, insanlarla sohbet ederken seçici olmak zorundayız. Ancak bu seçimde para veya şahsi çıkarlar değil, yukarıda bahsettiğimiz değerler, yani ahlak ve toplumsal çıkarlar önem arz etmelidir. “Huzur kenti” dedik huzurumuz kaçtı. “Hayallerin gerçek olduğu yer” dedik hayallerimiz suya düştü. Hepsi “Amaaan, bana ne!” demekten oldu. Şimdi de “Kuzeyin yıldızı” diyoruz ama “Amaaan, bana ne!” demeye devam edersek yıldızımız da söner.Sizden çok şey istemiş olabiliriz ama geleceğimiz için, çocuklarımız için yapmak zorundayız. Bazı değerlerimizi, kültürümüzü yitirmiş olabiliriz fakat umudumuzu yitirmedik. Ne mutlu ki, henüz Sarı Öküz’ü vermedik.
Benzer Haberler
Gündem
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.