İnsan mana ve maddenin mükemmel oranla bir araya geldiği canlıdır.
Ruh onun mana bölümüdür. Alfabesi duygulardan oluşan, düşünmek dahil her bir iç işleyişi koynunda taşıyan, çağdaş bilimin psikoloji ile irdelediği, ağırlığı ve hacmi tam somutlanamayan gerçektir. İyinin olduğu gibi, ilk insanla başladığını bildiğimiz ve uzak yarınlara kadar artarak devam edeceği kaygısıyla müdahil olmaya çalıştığımız, insanı zavallılaştıran hasarların coğrafyası da diyebiliriz ruh için.
İnsan ruhu ile insandır, ona ruhsuz dediğinizde geriye kalanın işe yaramayacağını da beyan etmiş oluyorsunuz. Çünkü, dünyadaki bütün hesaplar ruh deryasında olup, canlıyı insanı kılan duygular üzerine formüle edilir. İnsanı ruhundan yakalayabilen her bir işleyiş hayat hakkını en meşru zeminde ve öncelikle elde etmiş olacağı için, hesapçılara da olabildiğince yönlendirme/ etkileme (manipülasyon) serbestisi/gücü bahşeder. Kanmak, sanmak ve farz etmek gibi insan beyninin davranış emrine doğrultu ayarlayan herbir şey bu etkilenmenin doğurgusudur.
Hayatın içerdiği eylemlilikleri kendi iradesi ile, üstelik kendi adına yöneten insanı büyük hesabın etkisiz elemanına dönüştürebilmek için onun hedefini lüzumsuzlaştırıp gerçeklik algısını değiştirmek şimdilik hem ucuz hem de en kestirme yol niteliğinde. Nedeni ise teknolojik imkanların kullanıcıları ile üreticileri arasındaki, hakimiyeti doğrudan etkileyen bilgi/beceri farkıdır. Uçurum da denebilecek bu fark, birini köle diğerini sahip olarak muhafaza etmektedir.
İnsanın ruhu ile bedeni, bilgisi ve eylemleri ile sağlıklı eşgüdümü sağlayan temel etkileyenlerden sayılabilecek vicdan, analık, babalık, arkadaşlık veya akrabalık ile özdeşleşmiş, toplumsal düzeyde geleneksel renkleri de içeren içtepileri yani güdüleri, hatta insanın kendine yakıştırma/yakıştırmama özdenetim duyarlığını arızalandıran her başarı ortalama insanı ve insanlık değerlerini çürütür. Bu çürümenin etkisi insan veya onun dar alanındakilerle sınırlı kalmayacağı gibi, düşünmesine ve üretip bölüşerek hayatı kör topal kendi oylumunca sürdürmesine imkan sağlayan herbir şeyden de mahrum edecektir. Ruhu marazlandıran her etki, bir sonraki evrede bedeni arızaların da sebebi olacağı için, insanı bitkin ve köle halde bırakacak, bir bakıma teslimiyet çökeğine mecbur kılacaktır.
Bu arada, şunu da söylemekte yarar var, sanal düzlem ile gerçek düzlem arasındaki farkın sanal lehine kapanmasından, sözünü ettiğimiz türde insanın kazançlı çıkıp çıkmayacağı sorusunun cevabı, kesinlikle kazançlı çıkmayacağıdır. İnsan ile diğer her şey arasındaki etkileşimli münasebet daha çok insanın özünü değiştirerek ilerlediği için, doğa karşısında iradesi zaten sınırlı olan insanı ilkel halinden bile, olumsuzun hakimiyeti lehine ödün vermeye zorluyor. Bu durumun incitici olduğu bir yana, insanın doğa ile iç içe ve anlamlı yaşayabilmesi için yapılabilecekler konusunda kafa yormak, hem kişilerin hem de toplumların eşgüdümlü hareket etme kabiliyetini geliştirmek lazım. Bunu kim niye yapsın sorusunun cevabını insan kalmakla anlamlı olacağını, onun yarınına karşı sorumlu olduğunu vicdanıyla aynı yerde taşıyanlara bırakmak lazım. Onların hem sayısı, hem de çabası umudun gereği kadar var, hatta daha fazla, ondan şüpheniz olmasın derim.
Eğitim ve etkileşim odaklı değişmeleri, insanı metalaştırarak, hatta esnek işgücü, motorize davranan sürü, gözünü kırpmadan denileni yapar ekipler seviyesinde canlılara düşüştürmeye çabalayanların insafına bırakmamayı duyarlı her kişi, kurum veya kuruluşlar asli görevden saymalıdır. İnsanı, mizacına uygun doğal ve ruhu ile uyumlu yaşatma, ancak ve ancak böyle bu kabülden sonra mümkündür.
İnsan dediğimiz canlı, kendinin dışındakiler konusunda da duyarlı olandır, son yüzyılda maruz kaldığı değiştiricilerin kendinden güçlü oluşuna yenilmiş ve pısırık dursa da, sanatını, eğitimini, düşünü kaybetmemelidir.
Aksi halde, televizyonların ve telefonların işgalinde, bırak ruhunu zedelemeyi, düşünmemek, hissetmemek, farkında olmamak hatta hareket etmemek içerikli hastalıkları yalvarırcasına talep edebilir. Çareyi ölmek olarak düşünenlerin asıl derdi hayatı anlamsız bulmak olsa da, ürettikleriyle uyumsuzluk, hak etmediği azciyet hissini histeriye dönüştürebilir. Yani, geleceğin hastalıklarının bu temelli olacağı eskiden şüpheli baktığımız bir savdı, şimdi sokakları gürültüye boğan çatal dilli yılan gibi gülüşümüz ve sevincimizin coğrafyasında kostak kostak dolaşıyor.
İnsanı küçülten büyük koltuklarda öfkesi dahil her şeyi kendi büyüklüğü ile besleyerek ayrıca küçülen olmak, insanın kaderi değil, bertaraf etmesi gereken en büyük sorunudur.
Algısı ile oynanarak duyarsızlaştırılanlar ve canlı yayında füzelerin çıkardığı yangını vicdanı sızlamadan seyredenlerin umrunda olmasa da, insan hayvanların seyrinde bir zavallılığı hak etmiyor.