2019 sonundan itibaren, Çin’de ortaya çıkan bir virüs, tüm dünyayı etkisi altına aldı. Bu olumsuz tablodan etkilenen bir ülke olarak, neredeyse 2020 yılını bu süreçle geçirdik ve süreç devam ediyor. Hayati konuların dahi siyasi malzeme haline geldiği, tartışmaların sadece siyah ve beyaz üzerinden devam ettiği, farklılıklarımızın birleştirici değil ayrıştırıcı rol oynadığı bir ortamda virüsle mücadelede başarıyı tartışmayı anlamsız buluyorum. Virüs sürecinde en hızlı alınan kararlardan birisi okulların tatil edilmesi idi. Milli Eğitim Bakanlığı benzer bir hızla uzaktan eğitim modelini uygulamaya koydu. Yukarıda bahsettiğim gerekçelerle ve eğitime yapılan yatırımın sonuçlarının uzun vadede ortaya çıkacağını savunan biri olarak, yeni sistemin başarısını da tartışmayacağım. Bugünkü yazımda eğitim boyutuyla virüsle mücadeleye yeni bir bakış açısı getirmeye çalışacağım.Bizim kuşak ve öncesi çok iyi hatırlar. Köylerde birleştirilmiş sınıf modeliyle bir öğretmen birinci sınıftan beşinci sınıfa kadarki bütün çocuklara aynı derslikte ders anlatırdı. 90’lı yıllarda pilot olarak başlayan uygulamayla aşama aşama taşımalı eğitime geçilerek birleştirilmiş sınıf modeli ortadan kaldırıldı. Taşımalı eğitimin tartışmaları sürerken 2018 yılında liseler düzeyinde yeni bir sisteme geçildi ve yetkililer bu sistemi “en iyi okul en yakın okul” teziyle savundular. Taşımalı eğitim tartışmaları, liselere girişte getirilen sistemin tartışmaları ve aradaki tezatlık devam ederken virüsle birlikte uzaktan eğitim sistemiyle eğitim evlerimize kadar geldi. Yeni sistem bir ihtiyaçtan ve zorunluluktan doğmuştur. Dolayısıyla, zorunlu uzaktan eğitim modelini tartışmayı anlamsız buluyorum. Ayrıca e-dönüşümle birlikte, zaten orta vadede uzaktan eğitimin, hayatımızın bir parçası olacağı kanaatindeyim. Virüs bunu daha kısa vadeye indirgemiş oldu.Eğer ki iyi kullanılırsa, bana göre sistemin iki önemli avantajı var. Birincisi, eğitim eve yakın olmanın da ötesine geçerek evlerin içine girdi. Maddi ve manevi anlamda eğitim daha ucuz, daha kolay ve istisnalar dışında herkes tarafından eşit şartlarda ulaşılabilir bir konuma geldi.. “En iyi öğretmen ailedir”, “aile eğitir öğretmen öğretir” gibi sözlerle anlam bulan okul aile birliği modeli ile eğitim sistemine çekilmeye çalışılan aile zorunlu olarak eğitimin başat etkeni konumuna geldi. Eğer ki aileler bu konuda bilinçlendirilirse sistemin çok başarılı olacağı kanaatindeyim.İkincisi, her insanın fıtratı ayrıdır. Dolayısıyla yetenekler, davranışlar vs bireyden bireye farklılık gösterir. Bu durum, eğitim ve öğretim için de geçerlidir. Dolayısıyla her bireyin kendi fıtratına uygun eğitim ve öğretime tabi tutulması gerekmektedir. Ancak fiili imkansızlıklar nedeniyle bu mümkün değildir. Sınıf mevcudunun çokluğu sorunu daha da artırmakta, fıtratları(anlama kapasiteleri) farklı çok sayıda bireye eşit dozda bilgi aktarılmaya çalışılmaktadır. Yıllardır sınav sistemiyle çocuklarımızı yarış atı konumuna soktuğumuz gerçeğinden hareketle, teşbihte hata olmaz diyerekten bir örnek verecek olursak: Koşma yetenekleri/hızları aynı olsa da kimi at önde gittikçe hırslanır, kimi at arkada kaldıkça… Çocuklar da böyledir. Kimi önde oldukça azimlidir. Siz onu kendisinden daha iyilerin arasına koyarsanız azmini yitirebilir. Kimi, arkadan geldikçe daha azimlidir. Siz onu kendinden düşük seviyede olanların arasına koyarsanız azmini yitirebilir. Tabi ki bu analizler yapılamadığı için her zaman orta yol, en kolay yol seçilerek eşit seviyede olanlar için aynı sınıf modeli uygulanmaktadır (Tüm öğrencilerin, hiçbir analize tabi tutulmadan, keyfe keder sınıflandırıldığı bir ortamda, eşit seviyede olanlar için aynı sınıf modeli dahi bir nimet).Yukarıda da değindiğim birleşik sınıf modeli, aslında bu soruna kendi içinde bir çözüm getirmekteydi. Söyle ki: Bir öğrenciye, kendi sınıfının bilgileri yanında diğer sınıfın bilgileri de aktarılmakta, dolayısıyla çocuk kendi yeteneğine uygun sınıfın dersine odaklanarak eğitimini tamamlayabilmekteydi. Çok vasat olanlar alt sınıfların derslerine odaklanarak hiç öğrenememek yerine eksik öğrenebilmekte, çok zekiler ise bir üst sınıfın derslerini de dinleyerek kendilerini daha da geliştirebilmekteydiler. Uzaktan eğitim ile birlikte böyle bir fırsat doğduğu kanaatindeyim. Çocuklar pekala bir alt sınıfın veya bir üst sınıfın derslerini takip edebilirler. Tabii ki bunu yaparken çocukları eğitimden soğutmamak gerekir.Şimdi sizlerden, “Hangi sistemin daha iyi olduğunu, hangi tezle ispatlayacaksın?” “Çocuğun hangi seviyede olduğunu bilmeden hangi sınıfı takip ettireceğimizi nerden bilelim?” şeklindeki soruları duyar gibiyim. Cevaben diyorum ki: Ben bir eğitimci değilim, yıllardır sistem içinde eğitim almış bir birey ve çocukları okul çağında bir veliyim. Dolayısıyla eğitim sistemini tartışmak haddime değil. Winston Churchill’e atfedilen ve yıllardır çalışma masamın üzerinde yazılı duran “Karamsar her fırsatta bir zorluk, iyimser ise her zorlukta bir fırsat görür” sözüne istinaden gördüğüm, hissettiğim bir fırsatı paylaşmak istedim.Ben de bir soruyla sözü bitireyim. Koruma içgüdüsüyle, gerçek dünyada, kimseye emanet etmeyip, gözümüzden dahi sakındığımız çocuğumuzu, gerçek dünyadan daha tehlikeli olan sanal dünyada yapayalnız bıraktığımız gerçeği ortadayken, onları, alanında uzman kişilerce yönetilen EBA’nın içine atmakla ne kaybederiz? Tercih sizden, saygı benden. Sağlıcakla kalın.
Benzer Haberler
Gündem
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.