Adalet

featured
service
Peygamber efendimizin: “Ben âdil sultan zamanında dünyaya gel­dim” buyurarak adaletini övdüğü Nûşirevân’ı bilir misiniz? Zerdüştlüğü dahi bozarak, yeni bir din anlayışı getirdiğini iddia eden Mezdek’in fikirleriyle zehirlenen babası Melik Kubad’a dahi adalet üzere karşı gelmiştir. Adaletiyle nam salmış bu hükümdarla ilgili kıssadan hisse tarzında nice hikâye vardır. Lakin bunların en ibretliği Hz Ömer (r.a.) ile ilgili olanıdır. Hazreti Ömer demişken, İslâm tarihinde fârûk lakabıyla tanınan tek sahabe olduğunu ve bizler için adalet timsali olduğunu vurgulamamız ve gömlek menkıbesini anlatmamız gerekir.Hz. Ömer (r.a.), bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmiş, herkese bir parça kumaş düşmüştü. Fakat bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu. Oğlu Abdullah, babasına: “Bu kumaş tek başına ne benim, ne de senin işine yarıyor. Ben hakkımı sana vereyim de kendine güzel bir elbise yaptır.” demişti. Hz. Ömer de oğlunun hediyesini kabul ederek bir elbise yaptırmış, birkaç gün sonra, üzerinde bu elbise ile bir konuşma yapmak için minbere çıkmıştı. “Ey müminler! Beni dinleyin ve bana uyun.” dediğinde,  arka saflarda duran bir kişi itiraz etti: “Ey müminlerin emiri! Seni dinlemiyorum ve sana itaat da etmiyorum! Çünkü sen, Allah ve Resul’ünün yolundan gitmiyorsun!” dedi.  Halife, “Neden?” diye sorduğunda, sebebini şöyle izah etti: “Ganimet taksiminde, hiçbirimize elbise diktirecek kadar bir kumaş düşmediği halde, görüyorum ki, sen o kumaştan fazla almış, bir elbise yaptırmışsın!” Cemaat arasında bulunan oğlu Hz. Abdullah kalkıp durumu izah etti. Payına düşen kumaşı babasına verdiğini söyledi. Gözler ikazda bulunan zata yönelmişti. O zat ayağa kalktı ve: “Şimdi konuş, ey müminlerin emiri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum.” dedi.Gelelim asıl menkıbemize:Bilesin ki ben Nûşirevân’dan daha az adil değilim!Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Şam valisi Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) Şam’daki bir camiyi genişletmek ister. Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş, arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Müslüman vatandaş da kendisine; “Medine’ye git, orada halife Hz. Ömer’e derdini anlat. O, son derece adildir, seni dinler ve sorununu çözer.” der. Şamlı Yahudi Medine’ye varır ve Halifeyi sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. “İşte halife bu zattır.” derler. Adam Hz. Ömer’in yanına gider. Selam verip yanına oturur, derdini anlatır. Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri parçasının üzerine şu cümleyi yazar: “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.”  Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Ama yolda giderken de kendi kendine şöyle konuşur: “Şam’daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam nerde, Medine’deki halifede bulunan tevazu nerde? Şam’dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum!” Sonunda Şam’a varır. Valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber; “Mademki yorulup ta oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim.” der. Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır, “Medine’deki halifenin size mesajıdır.” der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der: “Arsanız size geri verilmiştir.”Yahudi vatandaş hayret eder. Tek bir cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememiştir. Merak ve dehşet içinde sorar. “Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız?” Şam valisi Hz. Sad, “Sana bu cümlenin hikayesini anlatayım, o zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın.” der ve anlatır:İslam’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer, İran taraflarına ticaret için gitmiştik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Sonra birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çete, develerimizi de paralarımızı da almıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz eski bir han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti. Sonra da; ‘gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder’ dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikâyetimizi bir mütercim, krala tercüme etti. Kral Nuşirevan, dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de, ‘memleketinize dönün’ dedi.Biz tekrar konakladığımız hana döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince son derece üzüldü ve ‘burada bir hata var’ dedi. ‘Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım’ teklifinde bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık. Hancı durumu Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi. Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize ikişer kese altın verdi, ‘akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin’ dedi. ‘Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın’ talimatını verdi. Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Neler oluyor dedik. Hancı şöyle dedi: “Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız.” dedi. Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm. Halk toplanmış seyrediyordu. ‘Bunlar kim ve suçları ne?’ diye sordum. Dediler ki, ‘bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir’. Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti. Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük.İşte Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim!” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. “Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim, senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi” diyor. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı?Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını hibe etmiş, hem de İslam’a girmiştir. İşte, Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bir çok ayetinde bahsi geçen ve bu menkıbede olduğu gibi içerisinde çok derin anlamlar taşıyan adaletin hikayesi budur. Peki, ayetlerde bize emir kılındığı halde neden biz adaletsizlikten dert yanarız? Çünkü Kur’an-ı Kerim’i anlamamışız. Çünkü Allah’ın adaleti yerine kullarının adaletini uygulamışız. Çünkü adaletsizliği hep kendi üzerimizden yorumlamış, başkasına yapılan haksızlığa ses çıkarmamışız. Çünkü haklıdan değil, güçlüden yana olmuşuz.Adalet üzere evlattan vazgeçmek elbet imkânsız gibi duruyor. Hz Ömer’deki adalet anlayışına sahip olmamız da hayli zor diyelim. Hz. Ömer olmak zor da, Hz Ömer’den gömleğin hesabını soran sahabe kadar da mı olamayız?Unutmayalım ki bizim soramadıklarımızın hesabı bize ahirette sorulacak. Sorulacak dedikse bildiğimiz sorgu değil. Hesabı görülecek anlamında. Yani sorgu bu dünyada, yargı/hesap ahirette.Mala mülke tapan kullar,Bu dünyadan göçülecek,Haksızlığa susan diller,Ahirette açılacak,Dinsizde de adalet olabilir, ancak adaletsiz mümin olunamaz. Rabbim bizleri sıratı müstakim üzere kılsın inşallah. 
Adalet
Yorum Yap