Hasan, Ravlı isminde, Ankara’nın küçük ve şirin bir kasabasında dünyaya gelmişti. Dedesi, babaannesi, babası, annesi ve iki kardeşiyle taş avlulu, toprak damlı, kerpiç bir evde yaşıyorlardı. Babaannesi, Şıhlar Köyünden “hatıp” namlı, dinine bağlı bir ağanın kızıydı. Dini eğitimlerini de ondan almıştı. Annesi, Kızık Köyünden Ayşe Hatun’du. Koyun sağmakla; bağda, bahçede ve tarlada çalışmakla; fırında ekmek pişirmekle; ev halkına, tarlada çalışan ırgata ve çobana yemek hazırlamakla gününü tamamlar; Hasan’ı öpmeye koklamaya vakit bulamazdı. Ama Hasan’ı yine de ihmal etmez, akşam olunca yatağına alır, uyuyana kadar ona kendi çocukluğunu ve çocukluğunda dinlediği hikayeleri anlatırdı. Gündüzleri Hasan’ın her ihtiyacını babaannesi karşılardı. Dini eğitimini de ondan almış, töresini de ondan öğrenmişti. Babaannesi iyi bir dini eğitim almış, has bir Türk kadınıydı. Hasan’a dini bilgiler verir, Dede Korkut’tan hikâyeler okurdu. Peygamberimizin hayatını ve Türk Destanlarını da aynı anda Hasan’a anlatırdı. Babaannesi Hasan’a “Oğlum, Hz Ömer gibi adil, Türk gibi güçlü olasın! Rabbim sana Hz Ali’nin ilmini nasip etsin.” derdi.Daha 6-7 yaşlarında sırtına bir heybe takıp inek gütmeye başlamıştı. İşi, aşı, oynaşı hep inek peşinde olmaktı. Köyünden, kendi yaşında veya biraz büyük arkadaşlarıyla sabahtan çıkarlar, akşam hava kararana dek dağda hayvanların peşinde gezerlerdi. Oyun oynamaktan da geri kalmazlardı. Okul olmadığı için okula da gidememişti ama babaannesinden çok şey öğrenmişti. Öğrendiklerini arkadaşlarına da anlatırdı. Bu nedenle arkadaşları arasında özel bir yeri vardı. Herkes Hasan’ın babaannesinden dinlediği hikâyeleri anlatmasını dört gözle bekler, anlatılanları can kulağıyla dinlerdi. Sonra, anlatılan kahramanlık hikâyelerinden oluşan bir oyun bulur, beraber oynarlardı.Biraz daha büyüyünce bağ, bahçe, tarla işlerinde dedesi ve babasına da yardım etmeye başladı. Dedesi, dinine ve devletine bağlı, hali vakti yerinde, çalışkan, dürüst ve cömert bir Anadolu insanı idi. Askerlik anılarını anlatmayı çok severdi. Hasan bu anıları dinledikçe kendini de hep askerde hayal ederdi. Askerlik onlara göre bir erkeğin en önemli vazifesiydi. Öyle ki; askere gitmemiş erkeğe hep bir toy delikanlı gözüyle bakılır, hatta kız bile verilmezdi. Ama Hasan şanslıydı. Dedesinin civardaki saygınlığı sayesinde, Büğdüz Köyünden Zeynep ile evlenmişti. Evlendiğinde 15 yaşında ya vardı ya yoktu. Akşama kadar işle meşgul olur, akşamı dört gözle bekler, Zeynep’ine kavuşmanın hayalini kurardı. Arkadaşlarının ısrarlı sorularına rağmen evliliği konusunda tek kelime etmezdi. “Babaannem ‘Evlilik karı-kocanın sırrıdır’ der, haydi ben size 18 yaşında İslam ordusuna kumandan olmuş Üsâme b. Zeyd’i, ya da Sultan Alparslan’ın kendisininkinden 3-4 kat büyük bir Bizans ordusunu nasıl mağlup ettiğini anlatayım” derdi.Derken askerlik geldi çattı. Ömründe Ravlı’dan çıkmamış. Babaannesi, annesi ve eşinin köyleri dışında sadece bir iki defa dedesi ve babasıyla Çubuk Pazarı’na koyun satmaya gitmiş olan Hasan, şimdi Erzurum 15. Kolordu Komutanlığı’na katılacaktı. Erkek adam ağlamaz kültürüyle yetişen Hasan, sevdiğine doyamamanın ve ailesinden ayrılmanın hüznünü içine gömerek, asker olmanın verdiği onurla Erzurum’un yolunu tuttu. Günlerce süren zorlu yolculuğun ardından birliğine vardığında Mustafa Kemal Paşa da Samsun’a ayak basmıştı. Ahlakı, ilmi, sadakati ve silah atmadaki maharetiyle ilk günden komutanlarının gözüne giren Hasan, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşanın en yakın koruma askeri olacak kadar itibar kazanmıştı. Diğer hiçbir özelliğine, yeteneğine söz söyleyemeseler de Hasan’ı kıskananlar, Hasan’ın genç, tecrübesiz ve toy bir asker olduğundan dem vururlardı. Öyle ki; birçok komutan dahi kıskançlıkla ona olmadık emirler yağdırırlar fakat Paşa’nın korkusundan ceza vermeye cesaret edemezlerdi. Paşa ile alt düzeyde bir komutan arasında geçen ve Paşa’nın Hasan’a aşırı güvenmesinin yanlışlığı konusundaki bir konuşmaya da şahit olmuştu. Yıllarca babaannesinden dinleyip arkadaşlarına anlattığı Üsâme b. Zeyd’i, Kazım Karabekir Paşanın diğer komutana anlatarak adeta ona ders vermesini dinleyen Hasan, hem ailesiyle onur duymuş hem de ailesini hatırladıkça hüzünlenmişti. Artık eskisinden daha dikkatli, görevine daha sadık bir asker olmalı ve Paşa’nın güvenini boşa çıkarmamalıydı. Ailesinden gelmesini dört gözle beklediği mektuplarının birinde Zeynep’inin gebe olduğu haberini almış, sevinçten birliğin etrafında tam üç tur koşmuştu. Lakin ardından bu sevinç yerini buruk bir özleme bırakmıştı.Günler böyle geçerken, Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’a geldiği haberi ulaştı. Paşayla birlikte Mustafa Kemal’i karşılamaya giden Hasan, heyecanını gizleyemiyordu. Mustafa Kemal’i karşılarken duyduğu heyecan ve yüzündeki mutluluk o kadar belirgindi ki; Mustafa Kemal Paşa bile bu genç askerin gözündeki ışığı fark etmişti. Mustafa Kemal, birliğe gelene kadar adını, ailesini sorarak az da olsa bu genç askerle sohbet etmişti. Hasan için bundan daha mutluluk verici ne olabilirdi ki?Bir gece, yatağında efkârlı efkârlı köyünü ve sevdiklerini düşünerek yatmaya hazırlanırken Paşa’nın çağırdığını söylediler. Hemen elbiselerini ve postallarını giyip Paşa’nın huzuruna vardı ve tekmil verdi. Paşa, önünde bir dağ dibi heybetiyle dimdik duran askere “Oğlum Hasan, aylarca en yakın korumam olarak yanımdasın. Senin ne kadar ahlaklı bir insan, ne kadar vatanperver bir asker olduğuna herkes şahit, ama artık ayrılık vakti gelmiştir.” derken Hasan yıkılmamak için kendini zor tutuyordu. Acaba ailesini ve değer verdiği Paşa’yı mahcup edecek ne kusur işlemişti? Paşa sözüne devam etti: “Yarın sabah erkenden Mustafa Kemal Paşa yola çıkıyor. Sen de onunla beraber Ankara’ya gideceksin.” Hasan’ın korkusu hüzünle karışık bir coşkuya dönüşmüş, erkek adam ağlamaz sözüne inat, yılların biriktirdiği gözyaşları bir sel olmuş, al yanaklarından aşağı süzülüyordu. Paşa, babacan bir tavırla Hasan’ın başını okşarken, altı aydır Paşa’nın en yakınındaki askerlerden biri olmasına rağmen bir kez dahi Paşa’ya dokunamayan Hasan, var kuvvetiyle Paşa’nın eline saldırdı ve anlık bir hareketle öpüp başına koydu, sonrasında da Paşa’ya sarıldı. Paşa, Hasan’ın sırtını sıvazlarken, gür sesi odada yankılandı. “Asker kendine gel. Geç hazır ola!” Hasan birden irkilip hazır ola geçti. Paşa’nın övgü dolu sözlerini ve nasihatlerini her zamanki gibi can kulağıyla dinledi. Sonrasında tekmil verip ayrıldı.Sabah erkenden, Mustafa Kemal Paşa ve yanındaki heyetle Ankara’ya doğru yola koyuldular. Zorlu kış şartlarında geceli gündüzlü yolculuktan sonra Ankara’ya varmak üzereydiler. Muhtemelen yarın öğleye Dikmen sırtlarından Ankara’ya varacaklardı. Hasan, Mustafa Kemal Paşa’ya eşlik etmenin onuru, Ankara’ya gitmenin sevinci ve sevdiklerinin hayaliyle uykuya daldı.Gün ağarırken Hasan annesinin sesiyle irkildi. Annesi, yatağının kenarında Hasan’a sesleniyordu. “Hasan, haydi kalk oğlum! Bugün 27 Aralık. Hemen kahvaltını yap ve hazırlan. Arkadaşların seni bekler.” Hasan, henüz gördüğü rüyanın tesiriyle gözlerini ovaladı. Adını aldığı ve yıllarca askerlik hikâyelerini dinlediği dedesinin, yatağının yanı başında duran resmine bakarak seslendi. “Dede dede, çok mutlu ve heyecanlıyım. Bugün ilk defa Dikmen’e gideceğiz. Tüm Ankaralılar ve Seymenler gibi, yüz yıl önceki coşkuyla Atatürk’ü ve seni karşılayacağız. Unutmadan rüyamı da arkadaşlarıma anlatmalıyım.”27 Aralık 1919. “Ankara’nın ve Ankaralıların benim gönlümde bambaşka bir yeri vardır” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’ya gelişidir ve bu gün “Seymenler ve Ankaralılar” için çok özel bir gündür. Ankaralıların ve Seymenlerin bu önemli gününü kutlar, Ankara Kulübü Derneği Akyurt Şubesi kurucu başkanı Uğur ACAR başta olmak üzere, mevcut başkan Hasan ARSLAN ile yönetimine, onlarca yıldır aynı ruhu, aynı kültürü yaşatan Akyurtlu Seymenlerimize ve tüm Ankaralılara sevgi ve saygılarımı sunarım.
Benzer Haberler
Gündem
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
Yorumlar kapalı.